Kızım doğmadan önce de çocuk kitaplarına sebepsiz bir sevgim vardı. Bazen sırf çizimleri, bazen de hikâyesi için alıp okuduğum kitaplar olurdu. Bunlardan biri de Kumkurdu idi. Yaşının henüz küçük olduğunu düşündüğüm için kitabı Nohut’a hiç okumamış, hiç ortaya çıkarmamıştım. Ta ki kendisi kitaplıkta Kumkurdu’nu keşfedene kadar.
İlk okumamızda yarısından fazlasını okudum, hiç sesini çıkartmadan dinledi. İlk defa, bu kadar uzun bir kitabı bu kadar ilgiyle dinledi, okurken bu kadar çok eğlendi ve tekrar tekrar okuttu. Zackarina’nın tepindiği, başka bir dil konuştuğu ve babasının resmini tavana astığı bölümler, özellikle favorisi.
Bu kitabı çocukların neden bu kadar çok sevdiğini düşündüğümde, ilk aklıma gelen; bir çocuğun gözünden dünyayı en iyi anlatan kitaplardan biri oluşu. Hem çok gerçekçi hem de hayal ürünü. Çocukken kurduğumuz ve her an gerçeğe dönüşebileceğine inandığımız hayaller gibi. Hep kuralların, doğru ve yanlışların, hatırlatmaların olduğu bir dünyada çocukları koşmaya, zıplamaya, oynamaya çağıran bir ses. Ciddi bakışlara bir kahkaha.
Ben de, Kumkurdu’nu her seferinde keyifle okuyorum. Bana ebeveyn olarak bazen ne kadar sıkıcı olabildiğimi, çocuk olmanın tam olarak ne demek olduğunu, çocukluk hayal ve heyecanlarımı hatırlatıyor. Edebi metinler de, iyi şiirler gibi kendini tekrar tekrar okutturup her okumada yeni bir şeyler söyleyebiliyor.
Çocukken resim yapmak, okumakla birlikte en büyük tutkumdu, boyarken her şeyi unuttuğumu, kitaplarda bulduğum bütün çizimleri renklendirdiğimi hatırlıyorum, pastel boya takımım sahip olduğum en kıymetli hazineydi o zamanlar. Büyüdükçe resme ilgim hiç kaybolmadı, mesleğim haline getirme hayallerim gerçekleşmemiş olsa da, ilk bulduğum fırsatta çizim öğrenmeye koşardım. Son zamanlarda, vakitlerim iyice daralıp azalıp da, çizmekten uzak kalınca, içimdeki ses beni sıklıkla resim yapmaya çağırır olmuştu.
Bir yandan da, içimde hep “iyi çizemedim, olmadı” diyen, elimi titreten bir ses de vardı. Bu sesle hasbihalimi ayrıca anlatmak gerek ama tam da burada, temeli çocuklukta atılan benzer seslere verilmiş güzel bir cevaptan, çok sevdiğim bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Meselenin iyi-kötü, doğru-yanlış çizmek, çizdiğine benzetmek değil, içinden dışına bir yol açmak, kendine ait bir söz söylemek olduğunu herkesin anlayabileceği bir dille, öz ve unutulmaz bir hikâyeyle anlatan bir kitap.
Başarmak, iyi yapmak mecburiyetinin kafesinden, mış gibi yaşamanın özgürlüğüne açılan rengârenk yolun unuttuğumuz hikayesi; Mış Gibi. Kendimizle konuşup düşünmek, çocuklarla birlikte okumak, sormak, resim yapmak, yazmak, üretmek için ilhamlık, eşsiz bir kitap.
Soğuk günler gelip geçerken, elimize bir bardak çay alıp ağaçlı, çiçekli, tohumlu kitaplar okuyarak baharı bekliyoruz.
Bu güzel kitaplardan biri; Meşe Palamudunun Sihri.
Bir küçük meşe palamudunun baş döndüren yolculuğu.
Muazzam genişliğin, çeşitliliğin, güzelliğin ve bütünlüğün içinde bir tohumla, kuşların kanatlarında, çiçeklerin yapraklarında gezindiğiniz, sincaplarla, geyiklerle koştuğunuz, harika çizimlerle süslenmiş bir hikâye.
Her şeyin birbirine bağlandığı, her varlığın bir diğerinin sebebi olduğu, düşündükçe, baktıkça, inceledikçe hayrete düştüğünüz, kaybolduğunuz bir orman.
Kitap üzerinden, çevreyi korumanın kendi varlığımızın ve bütün canlılığın devamı için önemi, doğaya düşen her şeyin döngünün bir parçası olarak dolaşıma geçtiği, birbirini etkilediği, neden sonuç ilişkileri, ormanları, doğayı korumak için neler yapabileceğimiz, son kısımdaki bilgiler de okunarak konuşulabilir.
İçinde olduğumuz, hep görebildiğimiz için sıradan ve kıymetsiz gibi davrandığımız şeylerin farkına varmak, fark ettirmek için de şahane bu kitap. Gözümüzün önünde olan, bağırmadan, kendilerini göstermeden sessizce büyümeye, var olmaya devam eden ama korumadan, kıymetini bilmeden geçip gittiğimiz şeylerin sihri; bir meşe palamudunun bütün masallardan daha güzel ve etkileyici yolculuğu, bize nefes olan ağaçlar, uzaklardaki ormanlar, hoyratlığımıza, onca tahribatımıza rağmen canlılığını koruyan, döngüsünü sürdürmeye çalışan doğa, taşlar arasından fışkıran otlar.
Bana kalırsa, bütün masallardan daha güzel ve etkileyici; içinde yaşam, umut, can taşıyan tohumların yolculuğu.
Bahar Bir Değişim Hikayesi, dört arkadaş çiçeğin, Gelincik, Hindiba, Sümbül ve Nergis’in şehirdeki son parkın kapatıldığı haberini alıp bunu durdurmak için harekete geçmeleriyle başlıyor.
Adı üstünde, bir değişim hikayesi, her değişim hikayesinde olduğu gibi zorluklarla ve değişim denince ilk akla gelenlerle, canlılıkla, akışla, hareketle dolu. Canlılık denince, yaşama sanatı ustası bitkilerin hikâyenin başkahramanı olması tesadüf değil bana kalırsa.
Çiçekler kapatılacak olan parka ulaşmak için minik gövdeleriyle, geri dönmeyi hiç düşünmeden, azimle mücadele ediyorlar. Bu mücadele bana bir taşın içinden dahi çıkıp boynunu göğe uzatan, oradan bile şifa dağıtan bitkileri hatırlatıyor. Zorluklarla baş etmenin kendilerince yollarını bulmaları, hatta bu zorlu yolculuğu adeta bir oyun haline getirmelerini, sonunda şehre ışık ve renk vermelerini izlemek heyecanlı, dolu dolu bir macera. Çiçeklerin mücadelesi, birlikte başarmaları, güçlerini bir araya getirip muhteşem bir sona imza atmaları kitapta hayali bir öykü olarak anlatılsa da, tam da burada hikâyenin gerçek yanını da çocuklarla konuşabiliriz diye düşünüyorum. Bitkilerin zorlu şartlarda yaşama tutunup tohumlarıyla yaşatmaya, yapraklarıyla şifa vermeye, etraflarına nefes ve renk vermeye devam etmeleri, birbirleriyle kendi dillerinde iletişim kurmaları, narin gövdeleriyle böylesine güçlü, kararlı olabilmeleri ve yaşamayı bir oyun, bir sanat haline getirmeleri üzerine uzunca konuşulacak gerçek yaşam hikayeleri.
Çiçeklerin zorluklarla birbirlerine yaslanıp dayanışma içinde baş etmeleri, yorulsalar, korksalar bile yola devam etmeleri, evlerine döndüklerinde gururla, mutlulukla birlikte başardıkları rengarenk manzaraya bakmaları da yine üzerine düşünüp konuşabileceğimiz, belki de gözümüzün önünde duran mucizeleri fark etmemizi sağlayacak hikayeler.
Minik bir gelinciğin verdiği 50 bin tohum ve kocaman bir değişim. Değişimin uğraşla, emekle, kararlılık ve umutla geldiğinin, farklılık yaratmak için büyük ve güçlü olmak gerekmediğinin tohumlarını içimize serpen bu güzel, etkileyici değişim hikayesini hem çocukların hem büyüklerin okuyup kendi hikayelerine ilham bulması dileklerimle öneriyorum.
Baharın hoş gelişiyle doğa kış uykusundan uyanıp hareketlenirken, hızlı ve büyük ve inanılmaz değişimler gerçekleşirken, çocuklarla okumalık şahane bir kitap önerisiyle geldim: Doğa Gezginleri
Kitap, çiftlikte yaşayan iki çocuğun etrafta dolaşıp, çevreyi incelemesini konu edinmiş ancak hikâyesinden çok doğa hakkında verdiği bilgiler, ayrıntılı resimleri heyecan verici. Bilgiler çocukların düzeyine uygun, ilgi uyandıracak şekilde verilmiş. Fotoğraflar, resimler, çizimler harika. Hiç okumadan kitabı baştan sona çevirmek bile insanın içini açıyor, doğada gezinmiş hissi yaratıyor. Ayrıca, kuşlar için yemlik ve yuva hazırlamak, solucan yuvası yapmak, böcekleri gözlemlemek, çiçek, yaprak baskısı yapmak, kabuk desenleri çıkarmak, tohum ekmek gibi birlikte yapılabilecek fikirlerle dolu.
Kuşları gözlemlemek, Kuşlar için Yem, Kuş Yuvaları, Böcekler, Kelebekler,Tırtıllar, Kın kanatlılar, Arılar, Çekirgeler, Sümüklü Böcekler ve Salyangozlar, Solucanlar, Eklem Bacaklılar, Örümcekler, Kurbağalar, Gölcükte Yaşam, Memeliler, Çiçekler, Ağaçlar, Yapraklar, Meyveler, Tohumlar, Kış Tomurcukları bölümleriyle hayli kapsamlı bilgi ve görsel içeriyor. Kitabın sonunda mevsimlerle ilgili genel bilgilerin yer aldığı kısa bir doğa günlüğü ve mini bir doğa sözlüğü var. Eğlenceli bir okul öncesi doğa ansiklopedisi edinmek isterseniz önerimdir.
Temel duyguları basit, anlaşılır, bol resimli, etkinlikli, eğlenceli şekilde anlatan bir kitap. Duyguların bütün insanlarda ortak olduğunu, her an değiştiğini, doğru tepkiler verebilmemiz için gerekli olduğunu, aynı zamanda farklı duygular hissedebileceğimizi, farklı duygular hissettiğimizde, zorlandığımızda neler yapabileceğimizi konuşmak ve uygulanabilir hale getirmek için harika bir kaynak.
Kitabın sonundaki ebeveyn kitapçığı da iyi bir rehber. Kitabı nasıl kullanmamız gerektiğini açıklıyor. Kılavuzdan kısaca: “Büyüdüklerinde çocuklara profesyonel ya da özel hayatlarında başarı ve mutluluk getirecek olan şey iyi notlardan ziyade kalp zekasıdır. Duygusal zeka, verilen duygusal ve strese dayalı tepkileri yönetebilme kapasitesi, kendimize ait hisleri tanımlayabilme ve ifade edebilme, nereden kaynaklandıklarını anlayıp onları anlık tetikleyen unsurları ve derinlerde yatan sebepleri sezinleyebilme yetisidir.” Kitap yalnızca çocukların değil ebeveynlerin duygu farkındalığı ve kontrolü için de yöntemler sunuyor, aslında çocuklar için anlatılan her şey bizim de günlük hayatta uygulayabileceğimiz şeyler.
Mevcut yapıda her ne kadar başarılı olmak, yüksek notlar önemli görünse de, artık biliyoruz ki iyi bir ruh sağlığının temelini ancak çocuklarımızın duygularını fark etmelerini, ifade etmelerini sağlayarak, makul tepkiler için model olarak atabiliriz.
Kızım, kitabı okuduktan sonra birkaç defa sinirlendiğinde söylemek istediklerini kitaptaki gibi yazdırmak istedi, birkaç defa da kriz anında kitabı bulup getirdi. Kendisinin kitap hakkındaki görüşleri de şöyle :“Ben bu kitabı çok seviyorum. Annem bu kitabı seninle yapabiliriz diye söyledi. Ben de annemle beraber bu kitabı yapabiliriz dedim. Çok sevindim. Sonra da kitabı okumaya başladı. Öfke kartları benim çok hoşuma gidiyor. Öfkelenince bir şey yazıp buruşturup uzağa atıyorum. Mutlu olunca istediğim şeyi zarfa koyup birilerine vermek istedim."
Tilda Elmaçekirdeği serisinin, “İyi ki Geldin!” kitabını, en büyük kitap hazinesi birdolapkitap ın açık radyo yayınında dinleyip çok merak etmiştim. Anlatıldığı kadar varmış! İlk elimize aldığımızdan beri okumalara, bakmalara doyamıyoruz.
Kitabın hikâyesi, fare Tilda’nın misafirleri için hazırlık yaparken kapısının önünde kocaman bir yumurta bulmasıyla başlıyor. Tilda’nın içindeki anaç ruh hemen harekete geçiyor ve yumurtaya büyük bir özenle bakmaya başlıyor ve kısa sürede onunla güçlü bir bağ kuruyor.
Kitap, doğal akışı içinde bir hikâye anlatıyor gibi görünse de aslında pek çok konuya temas ediyor. Bir canlıya sahip çıkmak, korumak, kollamak, ama kendine ait kabul etmeden, gerektiğinde emaneti gönül rahatlığıyla teslim etmeyi incelikle anlatışı aklımda kalan önemli kısmı. Bununla birlikte, dostların zor anlarda birbirinin yardımına koşması, birbirlerine akıl danışması, aralarındaki samimi iletişimin güzelliği hem hikâyeye, hem çizimlere yansıyor. Sonra, insanın hemen içine girip yaşamak istediği sıcacık, şirin yuvaların yaydığı güven hissi hemen içinize yayılıveriyor. Tilda’nın telaşı, heyecanı, çalışkanlığı ve olgunluğunu takdirle izliyorsunuz. Yumurtanın önce Tilda ve arkadaşlarının ilgisi, sıcaklığı, özeni ile sonra da uzun zamandır onu arayıp bulan annesinin ve kardeşlerinin ilgisi ve sevgisi ile kucaklanması, Tilda’nın ve yumurtadan çıkan ördeğin ailesinin kaynaşıp yeni ve daha büyük bir aile olmasını tebessümle okuyorsunuz.
Kısacası, aile olmanın hikâyesinin muhteşem illüstrasyonlarla süslendiği bu güzel kitap bütün miniklere tavsiyemizdir. Nohut’un dediği gibi; "anne ben bu evin içinde yaşamak istiyorum” hissi ile defalarca okunacak bir kitap.