Rob Hengeveld’in çevre sorunlarını bütün yönleriyle ele alan oldukça kapsamlı, ayrıntılı bir araştırmanın ürünü olan Atık Küre kitabını pandemi öncesinde okuyup uzun süre etkisinde kalmıştım. Kitapta bir bölüm olarak geçen ve o dönemde hiç gündemimizde olmayan salgını yaşadıktan ve son zamanlarda türlü çevre felaketlerine şahit olduktan sonra bu kitabı tekrar hatırlamak ve hatırlatmak istedim.
Hengeveld, doğanın döngülerle işlediğini, atıkları yeniden kullanarak yeni yaşam formları ortaya çıkardığını, döngüyü çevirdiğini ancak insanın kaynakları hızla, bilinçsizce tüketip atıklarının nereye gittiğini, nasıl dönüşeceğini düşünmeden yaşamasının, yaşam kaynaklarını; suyunu, havasını, toprağını hızla kirletmesinin kaçınılmaz sonuçlarını bütün detaylarıyla, verilerle anlatıyor. Her şeyin birbirini nasıl etkilediğini ve bu hızla zarar vermeye, hıza, lükse, tüketime dayalı yaşam biçimlerimizi sürdürmeye, israf etmeye devam edersek kurduğumuz sistemlerin kendini öğütüp çökeceğini, araştırma sonuçlarıyla birlikte ortaya koyuyor.
Bu hale gelmemizin ilk nedenlerinden birinin insan nüfusunun kontrolden çıkması olduğunu söylüyor ama bundan daha önemlisi az sayıda olan nüfusun büyük kaynakları tüketmesi. Her birimiz bir önceki nesle kıyasla daha fazla kaynak tüketiyoruz, daha fazla elektronik gereç, otomobil kullanıyor, uzak yerlerden gelen ürünleri tüketiyoruz, daha çok üretmek için daha fazla kaynak kullanıyor ve atık çıkarıyoruz. Bu atıklar daha fazla karbondioksit salınımına neden oluyor, atmosfer kirleniyor ve ısınıyor. İklim hızla değiştikçe toprağın, hayvanların ve yeryüzündeki bütün canlıların buna uyum sağlaması çok zorlaşıyor, yani canlılığın devamı risk altında.
Daha fazla atık çıkarmanın yanında doğada yok olmayan atıklar çıkarıyoruz, elektronikler, plastikler, parçalanmayan bu atıkları da toprağı kirletiyor, canlıları yok ediyor, yani kendi yediklerimizi kirletiyor, aslında kendi kendimizi yok ediyoruz.
Bu gidişatla bizi nasıl bir sonun beklediğini, hızlı büyüme ve talep artışı devam ederse elektriğe, suya, internete erişebildiğimiz sistemlerin çökebileceğini anlatıyor, çünkü kendini çeviren döngüsel bir sistemde değil sonu belirsiz bir aşırı tüketim koşusu içinde olduğumuzu söylüyor.
Kitabın girişinde, “utanılacak derecede tahrip edilmiş bir dünya” diye tanımlıyor içinde yaşadığımız gezegeni ve sorunlarımızın acilen ele alınması gerektiğini söylüyor. Kitaptan vurucu bir bölümle:
“Kaynakları savurganca kullanmamız demek, kendi beşeri dünyamızı ziyan etmemiz, geçen binyıllar boyunca toplumda inşa ettiğimiz her şeyi, Dünya üstündeki altı milyon yıllık var oluşumuzu, gelecekteki bütün fırsatları harcamamız demektir.
Özensizliğimiz sonucunda, çöpü pervasızca atarak, yumuşak bataklık topraklarda ağır makinelerimizin derin izlerini bırakarak, toprağı ve yeraltı suyunu kirleterek, suya ve havaya milyonlarca ton zehirli gaz boşaltarak, dünyaya özgü iklimimi bozarak harcıyoruz. Geleceğimizi harcayarak, dünyayı harcayarak. Dünya üstündeki güzelim yaşamı harcayarak. Ve Dünyamız tükenip gitmektedir.”
*Akademik ve kapsamlı bir araştırmayı (438 sayfa) içeriyor olmasına rağmen akıcı, anlaşılır çevirisi sayesinde kitap kolaylıkla okunuyor, bu yüzden çevirmeni Nafiz Güder’e de ayrıca teşekkürler.
Bir süredir, doğada olup bitenler, yaptıklarımızın doğaya ettikleri hakkında yazmak istiyorum çünkü şimdilerde hemen ele almamız gereken birinci mesele bu, çünkü arka bahçemize attığımız çöpler boyumuzu aştı ve hala gözümüzü o tarafa çevirmeden ön bahçede keyif yapmak için ısrar ediyoruz, çöplüğü görmezden gelmek artık işe yaramıyor çünkü koku dört bir yanı sardı.
Yaşam biçimlerimizi değiştirmek ancak yaptığımız yanlışları fark etmekle mümkün; bu da doğru kaynaklara ulaşmak ve bol bol okumakla. Bu kaynaklardan biri yakın zamanda okuduğum, Gülin Yücel ve Levent Kurnaz tarafından yazılan “Yeni Gerçeğimiz Sürdürülebilirlik” kitabı neyi, nasıl yanlış yaptığımızın açıklaması ve yaşamın sürdürülebilmesi için acil bir eylem çağrısı. Bir an önce ekonomik kaygıları bırakıp ekolojik kaygılarla harekete geçmemiz gerektiğini söylüyor ki hangi şart ve sıcaklıklarda yaşayabileceğimiz ve atmosfer sıcaklığının artışı ile bilgileri okuduktan sonra zaten durumun kaygılı olmamızı gerektiren boyutlarda olduğunu anlıyoruz. Kömür, petrol ve doğalgaz yakarak atmosfere saldığımız karbondioksit oranı olması gerekenin çok üstünde ve bu hızla kirletmeye devam edecek olursak geri dönülemez bir noktaya geleceğiz.
Kitap, öncelikle küresel ısınma kavramına açıklık getiriyor ki meselenin daha iyi anlaşılması için bu özellikle gerekli. “Küresel ısınma diyorlar ama hava soğuk, kar da yağıyor” gibi yanlış anlaşılmaların önüne belki “iklim değişikliği” kavramı ile geçebiliriz. İklim değişikliği, havanın gittikçe daha sıcak olması değil, ani sıcaklık yükselmesi ve düşüşleri, aşırı yağışlar. Kitaptan anladığım kadarıyla çok basitçe; atmosfere saldığımız aşırı karbondioksit nedeniyle atmosfer sıcaklığı yıllardır gittikçe artıyor, bu ısınmayla kutupların üstündeki hava da ısınıyor, bu hava ısındıkça soğuk hava aşağılara iniyor, kışın sıcak günlerin ardından yaşadığımız soğukların sebebi bu; kutuplardaki fazla ısınmadan dolayı soğuk havanın kutuplarda kalamaması. Bu da şiddetli fırtına, hortum ve sağanak yağışlara neden oluyor. Toplam yağış miktarı değişmese bile şiddetli yağışlar olduğunda su toprağa sızıp yeraltı su kaynaklarını besleyemiyor ve toprak suya doyamıyor, su akıp giderek, toprağı sürükleyerek sele ve erozyona sebep oluyor.
Su kıtlığı da ayrıca bir sorun olarak kapımızda. Suyu dikkatli kullanmamak ve kirletmemek çözümlerden bazıları. Özellikle kimyasal olarak kirlenmiş suyu temizlemek çok zor ve bu kirliliği sıvı yağlar ve deterjanlar oluşturuyor. Tarımda kullanılan yöntemlerin değiştirilmesi ve daha az tüketmek de diğer çözümler, çünkü evimize kadar gelen her şeyin üretiminde su kullanılıyor.
Bir çözüm olarak sarılmamız gereken sıfır atık, çöplerin ayrıştırılması ve geri dönüştürülmesi değil aslında, geri dönüşüm için de enerji ve kaynak gerektiğinden sıfır atığın temelinde atık üretmemek var. Yine kısa süreli çözümleri bırakıp uzun vadeli düşünmeyi gerektiren sürdürülebilirliği yaşamlarımızın odak noktasına alıp buna göre hareket etmemiz gerekiyor. Plastik atık üretmemek, gıda atıklarından kompost yapmak, çöplerin doğru ayrıştırılması ve geri dönüşümün son çare olarak görülmesi, ilk çözümün tüketimi azaltmak olması kitapta geçen çözümlerden bazıları.
Yalnızca bireysel bazda değil, enerji üretiminde ve kullanımında alınacak tedbirlere ihtiyaç var. Eninde sonunda tükenecek olan fosil yakıtları çıkarmak için enerji harcamak yerine rüzgâr ve güneşten yararlanmak kitabın sunduğu önerilerden bazıları.
Kitap iklim mülteciliği, iklim değişiklikleri yüzünden göç, orman yangınları ve diğer doğal felaketler, karşılaşabileceğimiz sağlık sorunları, gıda sektörüne etkileri gibi pek çok konuya değiniyor. Yaşam biçimlerimizin her alanda nasıl büyük etkiler yaptığını ayrıntılarıyla okumak farkındalığı ve çözüm bulmak gayretini arttırıyor.
Kitaptan en çok aklımda kalan kısmıyla; zihnimizdeki “bizim ve ötesi” ayrımını bırakmak gerek. Evimizden dışarıya plastik poşetler içinde attığımız her şey yok olup gidiyor gibi davranıyoruz, oysa sokaklar, denizler, atmosfer ötemiz değil, hepsi bizim, atıklarımız da bize dahil, içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya karışıyor ve son yıllarda öyle maddeler üretip atıyoruz ki doğa bunları dönüştürüp yok edemiyor, temizleyemiyor.
Anladığım, kavradığım kadarıyla; tüketimin değil her bireyin üretimle dünyaya katkıda bulunmasının birlikte yaşamanın tek yolu olduğunu kavramalı ve yaşama geçirmeliyiz.
Bea Johnson, daha çok, daha lüks eşya biriktirmenin peşinde koştuğu yaşam rüyasını sorgulamaya başladığında uzun yıllar gözlerini kapattığı gerçekleri de görmeye başlar ve değişim tam burada gerçekleşir. Kullanmadığı eşyaları ayıklar, ihtiyacı olanlara verir ve ihtiyaç duymadığı şeyleri saklamayı bırakır. Durmaksızın çöp ürettiği ve çöp ürettiğinin farkında bile olmadığı, kapısının önüne koyduğu çöplerin nereye gittiği hakkında hiçbir fikri olmadığı bir hayattan sıfır atık bir hayata geçer.
Hiç sorduk mu kendimize, evimizden atıp kurtuluverdiğimiz çöpler nereye gidiyor, gerçekten kurtuluyor muyuz onlardan? Bu soruyu ilk kez sorup biraz düşündüğümde ben cevabın aslında ne kadar basit olduğunu ama çoğumuzun çöplerimizin iz bırakmadan yok oluyormuş gibi davrandığımızı fark ettim.
Çöplerimiz, toprağımıza, suyumuza, havamıza karışıyor. Yediğimiz yiyeceklerle, aldığımız nefesle, içtiğimiz suyla bedenimize geri geliyor. Doğaya salınan bir pet şişenin olumsuz etkileri binlerce yıl sürüyor. Çok küçük parçalara ayrılan mikro plastikler canlıların yapısına giriyor ve onları yediğimizde biz de plastikleri vücudumuza alıyoruz.
Bir yudum su için kolaylıkla satın alıp içip atıverdiğimiz pet şişeler YOK OLMUYOR. Okyanuslarda, toprakta birikiyor, erimeleri uzun yıllar alıyor ve eridiklerinde de yine yeryüzündeki bütün canlıların bedenine karışıyorlar. Okyanuslarda ölen canlıların, gittikçe kirlenen havanın, toprağın, bozulan sağlığımızın arkasında kendi çöplerimiz var. Satın aldığımız, tüketip doğaya bıraktığımız her şey biz gözlerimizi kapatsak da bize geri dönüyor.
Beo, bu kitapta, değişim için gündelik yaşamda neler yapabileceğimize dair pek çok, bizzat kendisi tarafından denenmiş, onaylanmış öneriler vermiş. Evde basitçe yapabileceğimiz ürünler, tarifler, tek kullanımlığa alternatifler.
İşe, ihtiyacın olmayanı REDDET ile başlamış. Özellikle, öncelikle tek kullanımlık ürünleri, doğada çözünmeyen tek kullanımlık pipet, çatal, kaşık gibi kullan at ürünleri hayatından çıkarmış ki bunların alternatiflerini bulmak ve kullanmak çok kolay.
Çok kullanımlık ürünleri tercih etmek, ikinci el kullanmak, şarj edilebilir, yeniden kullanılabilir ürünler tercih etmek, tamir etmek, onarmak gibi öneriler de aslında yıllardan beri kullanılan ama son zamanlarda niyeyse unuttuğumuz yöntemler.
Sıfır atık yaşamdan çok uzaktayım, nereden başlasam diyenler için, denediğim ve kolaylıkla yaşama geçirebildiğim birkaç öneriyi de ben paylaşayım.
Öncelikle, yolculuğu denizde son bulan ve birçok canlının ölümüne neden olan plastiği doğaya salıp, daha fazla kirlenmenin önüne geçmek için;
Dışarıda olduğumuz zamanlar için termos kullanmak
Poşet kullanımını azaltmak için bez keseler, bez çantalar kullanmak
Kağıt havlu kullanımını azaltmak için, kumaş kurulama bezleri kullanmak
Sık satın alınan bazı malzemeleri evde yapmak. Benim favorim, bu kitaptaki tarifle yaptığımız yapıştırıcı, tarifi ikinci fotoğrafta.
Satın almadan önce düşünmek; buna gerçekten ihtiyacım var mı?
Benim için biten bir kitap değil, açıp yeniden, yeniden okuyup kelimelerin ardındakini hissetmeye çalıştığım bir kitap. Bu kadar sade ve öz olup bunca katmanı barındırmasına, bilgeliğine hayret ettiğim bir kitap, kitaptan öte; bir yaşam. Bir tohum. Doğanın kendisi gibi, devamlı oluşan, dönüşen, kendinizi açarsanız "olma" yolculuğunuzu başlatan bir kitap. Tereddütsüz herkese okuyun, diye önerdiğim bir kitap.
Nasıl anlatayım, bir nehrin akışını, denizin dalgalanmasını size kelimelerle nasıl anlatayım, bir şehri haritasına bakarak tanıyabilir misiniz? Gidin ve görün, gidin ve okuyun, gitmeye bir adım atarak başlayın.
Victor'dan;
"Hiçbir kararımı insan aklının tek bir doğrusu üzerine vermiyorum, tek kaynağım yaşamı okumak ve her an yeniden okumak; bir sonraki adımı anlamaya, görmeye, atmaya çalışmak. Böyle olunca sürekli heyecan ve umut, motivasyon içinde yaşamaya, emek vermeye gücüm ve isteğim oluyor. Biliyorum ki attığım her adımda hem tohum hem de hasat mevcut."